SOHBETLER
SOHBETLER
12 Temmuz 1954 | Sayı: 103
1 / 1/ 1954 tarihinde zaptedilmiş olan konuşmalardan notlar: S. – Dünyanın altında ruhlar var diyorlar: En altta hava, havanın üstünde deniz, denizin üstünde balık, balığın üstünde öküz, öküzün üstünde dünya. Buna ne dersiniz? Emre – Dünyanın altında öküz varmış öyle mi? Fena öyleyse... Dünyanın altında kalırsak öküz olurmuşuz. İnsan [...]
26 Temmuz 1954 | Sayı: 104
Geçen sayıdaki (Ümmîlik) mevzuu ile ilgili konuşmayla, muhtelif tarihlerde yapılmış konuşmalardan bazı küçük notlar: S. – Ümmî ne demektir? Emre – Bâkir, tertemiz, fakat her şeyi câmi bir aklın sahibi demektir. Zuhûr edecek hâli bekler. Ümmî, altuna benzer. Altun, her mâdende mevcut olduğu gibi, altunda da birçok mâdenler vardır. O [...]
09 Ağustos 1954 | Sayı: 105
Geçen sayıdaki (Ümmîlik) mevzuu ile ilgili konuşmayla, muhtelif tarihlerde yapılmış konuşmalardan küçük notlar: S. – Kur’ân’da iki denizden bahsediliyor, biri acı, biri tatlı imiş; bunlar nedir? Emre – “Gülerek”, biri sen, biri ben, karıştık mı tamam. Meselâ: fücûratla takvâ. Aklımızda gezdiriyoruz bunları, birbirlerine karışıyor mu? Onun için Kur’ân’da : (Birbirlerine [...]
23 Ağustos 1954 | Sayı: 106
Emre – Biz alay, istihzâ, göz kırpmak bilmeyiz. Gönül kırar böye şeyler. Ağzımızdan çıkan söz, inbikten çıkar gibi olmalı. Başkalarıyla alay edip eğlenmek isteyenler benimle alay etsinler; zaten kiminle alay ediyorsa, benimle alay ediyor demektir. Benim gönlüm kırılmaz. Seferberlik’te Süleyman Emmi isminde ak sakallı bir berber vardı. İhtiyarları sevdiğim için, [...]
06 Eylül 1954 | Sayı: 107
S. – Bağdaki kuyuya kedi düştüğünü zannettiğimiz gün, içtiğimiz sular bize hep kokuyor gelmişti; hâlbuki kedi filân düşmemiş. Emre – O koku hâli içimizde var. Kedi kuyuya değil, bizim içimizdeki kuyuya düşüp, bizim içimizi karıştırınca kokusu yüze çıkıyor. İnsanın içinde her şey var. *** S. – Biz mi geçiyoruz, zaman [...]
20 Eylül 1954 | Sayı: 108
Emre – Her şeyin dışı, kabuğudur. Kabuksa, hayvanlara aittir. Nefis de bir hayvandır; onun için her şeyin dışını görür. Her vakit içe bakmalı. *** S. – Bu Emre’ye dünya işlerini sormamalı: Kim ne derse, peki diyor. Emre – Doğru söylüyor; bu kabahatim büyük. *** S. – Vakit geçti. Suallerimizle sizi [...]
04 Ekim 1954 | Sayı: 109
S. – Sıbğa nedir? (1) Emre – Sıbğa, vücut, madde boyası değil, hâl, ahlâk boyasıdır. Yani sıbğa şişenin içindeki rakı gibidir. Kendi boyamızı atmadıkça, altından Allah’ın boyası çıkmaz. Hayvan, kendi boyasını, ahlâkını atamaz. İnsan insanlaştıkça, idrâk sahibi olur ve kötü boyalarını atar, temizler. Bunun için de kendi aklını “Akl-ı Küll”e [...]
18 Ekim 1954 | Sayı: 110
Bu sayıda; okuyuculara tarihi tesbit edilememiş bir konuşmanın notları veriliyor: Emre – Hâlimizi gizlememiz lâzım ama, gizlenmiyor… Şimdi, şöyle böyle dediklerine bakma; biz bu âlemden gittikten sonra bu hâle ve bu doğuşlara çok kıymet verirler. Çünkü hâlimiz, halkın bildiği, aklın idrâk ettiği gibi değil. Tasavvuf insanı öyle bir yere götürür [...]
01 Kasım 1954 | Sayı: 111
Emre’nin konuşmalarından küçük notlar ve nükteler: S. – Herhangi bir parti ile alâkanız var mı? Emre – Hayır. Biz “Parti” değil, Küll’üz. *** S. – İlâhi ağıt neden olur? Emre – İnsan “Aşk” hazinesinden yaralanır. Ondan ağlar… “Aşk ağlatır, dert söyletir” derler ya… Hz. Muhammed de böyle ağlarmış. Kendisine “Niçin [...]
15 Kasım 1954 | Sayı: 112
Emre – İpek böceği, kendisini koza içine hapseder, onun içinde büyür; insan da kendi kendini, (nefsin arzularından ördüğü bir koza) içine hapseder. Nefis kozasını delmeden kurtuluş yok. İpek kozası ile nefis kozasının birbirine benzeyişlerinin hikmetini anlatmak için “Her ne var ki âlemde, örneği var âdemde!” demişler; fakat “Her ne var [...]
29 Kasım 1954 | Sayı: 113
Emre – Bizim için, herkesin yaptığı yerli yerincedir... Birisi gelir, “Benim hâlim nasıl?” diye sorarsa, ona kötü değil, iyi tarafını söyleriz. Ona nefsâni olarak söz söyler, akıl öğretirsek, fena. Karşımızdakine söyleyeceklerimizi, Allah’ın ahlâkına uygun olarak ve murabıt bulunarak söyleriz… O, ya dinler, ya dinlemez... Bizi dinlemedi diye ona kızmayacağız. Günâhların [...]
13 Aralık 1954 | Sayı: 114
S. – Size tarîkatçı diyorlar; ne dersiniz? Emre – Ben tarîk marîk bilmem. Bu iş, bir kelâmdır, anlayabilirsen anla; bir maneviyyettir, yürüyebilirsen yürü. Tarîkatlar, büyük adamlar göçtükten sonra onların büyüklüklerini anlayamayan kimseler tarafından menfaat için kurulmuş herhalde. O büyük adamların isimleri, sonradan gelenlere menfaat vâsıtası olmuş. Hâlbuki işin hakîkatini anlamayanlar, [...]