Bu nasıl derd imiş, merhemi yoktur?

Bir gül imiş divânesi,
Sen nur musun, et misin?

Bu nasıl derd imiş, merhemi yoktur?
Durmadan yakıyor, sitemi yoktur;
Aşkın ateşine, ağır diyorlar,
Terâzisi yoktur, dirhemi yoktur.

Bâzı görünürse, kuşa benziyor,
Gözlerin üstünde kaşa benziyor;
Acep necef midir, acep yâkut mu?
Gözler ortasında, taşa benziyor.

Açılsa kapağı, tutar ceryâna,
Işığı vuruyor, dâim her yana;
Bilmiyenler, diyor: hûriyle melek,
Yanarak bakarsak, benzer insana.

Bütün gelen, geçen, misal değil mi?
İçi bâkî, dışı hayâl değil mi?
Gelip geçen âşık, bir iz bırakmış,
Basıp da yürüyen, bir lâl değil mi?

Leylâyı seyreden: Mecnun bakışı;
Yaşar da bilmezdi, bahârı, kışı;
Her dâim diyorlar: (âşıklar ölmez),
Ebedî hayâtın, olur mu yaşı?

Anlayınca, bulduk, ölmedik bir can,
Arşa mekân kurmuş, oturur Rahman;
(Melek- ül- mevt) ile bitti alâka,
Kendi sâhibine etti armağan.

Yok olan, bilir mi, hesabla kitap?
Cennette zevk olur, tamuda azap;
Aşkın ateşine, (Emre) yanınca,
Dostunun yüzünde, kalmadı hicap.

Yetmişikisi de, ateşe yandı,
Gaflet uykusundan, baktı, uyandı;
Nice geçirdiği, bu hayat yolu,
Dâimâ (yokluğa), vardı, dayandı.

Zapteden: Ali Altınören
Tarih: ? Saat: ?