Bu fânî cihanda, acep kim gülmüş?..

Bâzı semâya çıkarım,
Diridir kendisi, bir can bulunmaz,

Bu fânî cihanda, acep kim gülmüş?..
Benim malım! diyen, boşa üzülmüş;
Beslediği canı, eti, derisi,
Yere serilince, ulmuş, dökülmüş. (1)

Ne kadar sârîdir, bu zâlim gaflet…
Bu verilen vücut, dopdolu illet;
Bizi çağırırken, Hallâk-ı Cihan,
Perdesini tutar, ettirir hasret.

Çaresiz dertlere, Sendendir devâ,
Bizi öldürmeden, gaddar mâsivâ;
Sırr-ı ilâhîdir, hikmet-i Hudâ,
Arzû ile emel, sanki bir hava.

İmar sarayları, vermiştir yele, (2)
Bilen târif etse, gelmiyor dile;
Bu, bir yedi başlı deve benziyor,
Doğurup yutuyor, o güle güle.

Öyle bir cellâttır, alıyor teslim,
Tuttuğu kimseyi, koymuyor sâlim;
Ne akıllar yeter, ne de bir fikir,
Halli çok müşküldür, bilmiyor ilim.

Dost gibi görünür, sanki bir düşman,
Yabanda değildir, kendisi Şeytan;
(Zebânî) derler ya, kimseler bilmez,
Ateşler yakarak, olmuş bir külhan.

İçinde yanıyor, nice emekler…
Nice bağ, bahçeler, nice çiçekler…
Kuvvetini almış, Halkeyleyenden,
Hizmetini eder, bütün melekler.

Adetsiz peygamber, etmiş işâret,
Kimisinin kabri, olmuş ziyâret,
Mevlâ âşıkına yeter mi gücü…
Onun için (Emre), eder beşâret.

Zapteden: İ. Yöntem, N. Ersu
Namrun, Saat:19.42


(1) Ulmak = Çürümek.
(2) “Îmar” kelimesi “mâmur” sıfatı yerinde kullanılmıştır. 22.9.1958