Uykudan uyanmak, gözünen değil,

Gel ey gönül! Dosta, yetiş de öğün,
Birbirine uymaz, bu iç ile dış:

Uykudan uyanmak, gözünen değil,
Kuşdili öğrenmek, sözünen değil;
Secdei Rahmânı, nerde buyurmuş,
Bilip görmek lâzım, dizinen değil.

Bütün mahlûk eder, söze itaat,
Bilir, bilmez eder, o emre dikkat,
Her taraftan gider, yerli yerine,
Sırat dedikleri, köprü: (Doğru Hat).

“Lisânı hâl” ile, tarif eden var:
Kıl gibi değildir, geniş; değil dar;
Görüp seyredene, tatlı seyrahgâh,
Her yanı gülüstan, öten bülbül var.

Sıkıntılı olmaz, Sırât, Müstakîm,
Güle güle geçer, nefsine hâkim;
Kur’anda bulunmaz, hiç böyle tarif, (1)
Bu sırrı bilenler, geçiyor sâlim.

Mevlâ bakkal değil, neyler terazi…
Günah ile tartmaz, bilirsek, bizi;
Köprüsüz, mîzansız, bizi muhittir,
Tasavvuftan takip, edelim izi.

Neler koymuşlardır, gün gibi dine…
Cehil karışır mı, (Dîni Mübîn)e?
Mevlâ’nın kâtibe, ihtiyacı yok;
(Emre) doğru söyler, taşlarlar yine.

Kalblerde duruyor, (Kâtip)le (Kalem),
Bâzı ferah yazar, bâzı da elem;
Kuluna bildirir, Mevlâ her daim,
(Dört Kitap)tan bize der: (mâ lemya’ lem).

Gel gönül! bilmeğe, sen var da çalış,
Ağzından çıkıyor, kulak bir karış;
Küs müsün Mevlâ’ya? Gözünü aç, bak,
Benliği terk eyle, yaklaş da barış.

Kul, “Yâ Allah!” derse, O, söyler: “Lebbeyk!”
Onun ile dolu, kan ile ilik;
Başı yükseltmeğe, neler vermiştir:
Üçyüzaltmış parça dizili kemik.

Ayağı yere de, başı semâya,
Bil de teslim eyle, gönlü Mevlâ’ya,
Sen bir katrasın, at, kurtul azaptan,
Ruhun bir damladır, yetiş deryaya.

Eğer aklın erse, edersin çok âh,
Ah etsen dökülür, sendeki günah,
(Sizi bana satın!) demiş Kur’anda, (2)
(Emre)! işittiysen, Hazreti Allah.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:21.20


(1) Kur’anda böyle “kıldan ince, kılıçtan keskin” diye bir tarif yoktur.
(2) İnnallaheşterâ min-el- mü’minîne enfüsehüm… Tevbe sûresi, 111. âyet.) 4.1.1952