Tâ ezelden karışmışsın, cezben ile, Rahmâna,
Yine ünlü sesin, doldu, çalkalandı, cihâna;
Kıvılcımın ateş attı, tutuşuyor, her yana,
Aşk odunu yakan sensin yâ Hazreti Mevlânâ!
Altı asır, seksenüç yıl, her gönülde yaşarsın,
Ah edenin imdâdına, dimâğına koşarsın,
(Refref)in var, pervânen var, döner, kaynar, taşarsın,
Çok gözlerden bakan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ!
Şarkı, Garbı dolduruyor, sığmaz oldu unvânın,
Dört tarafta, okunuyor, (Mesnevî)nle (Dîvân)ın,
Güneş gibi bir varlıktır, zıyâ saçar, elvânın,
Güller gibi kokan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ!
Altı taraf, eserinle, hikmetinle doludur,
Gece gündüz okuyanlar, ilmin, aşkın kuludur;
Ehli gaflet okuyamaz, anca sâdık yoludur, (1)
Çok kalblere akan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ!
Bu Küre’in dört yanında, sadâların inliyor,
İkrâr-eden, inkâr eden, seve seve dinliyor,
Kudüm ile ney sesinden, bütün semâ çınlıyor,
Kulaklara sokan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ!
Sen söyledin: “Ariflerin gönlü, senin makberin”,
Verilmiştir, anlayana, bilenlere, haberin;
Çünkü gönül, mekânıdır, vâdeyleyen Dilberin;
Mevlâ ile sarkan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ! (2)
Bilmeyene, fırıl fırıl döndüklerin: oyundur,
Aşk önünde eğilenler, kaya değil, boyundur;
(Semâ’) eden, etrâfında, bir kurbanlık koyundur,
(Hâl) ipine takan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ!
Sen bilgine, ne eyledi Şemseddîn-i Tebrîzî:
Dalgaladı tâ ezelden bâkî duran Denizi;
Dalga bâkî, insan bâkî; gaaibolmaz hiç izi,
Batıp batıp çıkan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ!
Yandı, çıkar sizler için, bu (Emre)nin feryâdı,
Kül olunca kavuşacak, sâde kalır bir adı;
Temâs-etti, kabûl oldu, çok şükür ki, murâdı;
Bu rumuzdan çakan sensin, yâ Hazreti Mevlânâ!
Zapteden: Fuzûle Tezcan
Saat:18.49
(1) Anca = Ancak.
(2) (Ben sizin aranızda iki halîfe bırakıyorum: Tanrının gökten sarkıtılan ipi. Yânî Kur’anla “Ehl-i Beyt”im. Bunlara yapışırsanız, yolunuzu azıtmazsınız. Hadîs. Feyzülkadîr, 3/14) 25.12.1956