Sanki geldin gönül! bu vîrâneye…
Haraptır, benziyor, bir kâşâneye;
Meylini takmadan, dönüp gidersin,
Benzenğ mumda dönen, sen, pervâneye.

Sanki bir pencere: bakıp dönersin,
Benzenğ bir kandile: yanıp sönersin;
Akıllar, fikirler, idrâk edemez,
Hendese keşfetmez, böyle hünersin.

Küll ile zerreler, sana ibrettir,
Bunları anlamak, büyük devlettir;
Yüzünü seyretmek: ilimler başı;
Lezzetini alan, ebedî mesttir.

Çıkan: senin sadân; hayat çeşmesi,
Dirilik veriyor; akınca sesi;
Bu cihan ayılmaz, kalkarsa eğer
Yüzlerinden senin, küfür perdesi.

Siyah seyredenler, ediyor isyan,
Aşk ile bakanlar, alıyor ihsân;
Göstermek isterse, bir şefkat ehli,
Neyleyim tutulur nutk eden lisan.

Hareket eyliyen hayat sendendir,
Seni târîf eden âyât, sendendir;
(Sırâtı Müstakîm); sana doğrudur,
Tavsiye ettiğin o Hat, sendendir.

Eğer bitirirse, sana dayanır,
Yolu tamâm eden, görür, uyanır;
(Cenneti İrfân)ın, tamusu yoktur,
Köprüyü bilmiyen, bir kıldır sanır.

Ayaklar basar mı, ince bir kıla?
Bu târîf edilen, acep ne ola?
Asfaltlardan düzgün yolların vardır,
Bilirim ki sana, yürüyen kula.

Cehennemden geçen, cennete, doğru…
Azap çekmek lâzım, mutlakaa, uğru; (1)
Âşık dâim ağlar, tamusu yoktur,
Ateşe seyretsin, hangi göz kuru?

Gözünden kesilse, kalbinden çağlar,
Dışından gülerse, gönlünden ağlar;
Seyretmek istiyen göze, görünmez:
Hûrili cennetler, bahçeler, bağlar.

Bu sözler (Emre)ye, duyulmuyor hoş, (2)
Durmadan söylersin: (Bana doğru koş!);
Hiçbir meyli yoktur, sekiz cennete,
Yeter ki sen görün, kendiyle konuş.

Hiç arzû eylemez, hûri, meleği,
Ezelîden budur, senden dileği;
Her zerreden aldı, senin kokunu,
Yerlere dökülen, kokmaz, çiçeği.

Zapt. Fuzûle Emre
Saat: 8.03 – 8.34


7.5.1954