İdrâk edilir mi, bâzâr-ı âlem…
Sırrını yazamaz, yapılan kalem;
İçine girende, zerrece kalmaz
Arzû, emel ile, hüzünle elem.
Târif etmek için, tutulur dili,
Gözleri farketmez âlemi, eli;
Tecellî şâvkına hayrân olanın
Hareket edemez, ayağı, eli.
Yüzüne bakınca, çırpınır kalbi,
Hazan ağacının yaprağı gibi;
Evveli, âhiri, görür: (Bir Nokta),
Akıldan çıkarır, bütün meşrebi.
Âşık ile Mâşuk, orda olur bir,
Hitâma erişir, yapılan tedbîr;
Akıl ilimleri, geride kalır:
Mantık’la Maânî, Fizik’le Cebir.
Eğer parçalarsan, olmaz nihâyet;
Küçültmek istersen, büyüyor gaayet;
Elinde mahâret, eğer var ise,
Uzağı bırak da, kendini seyret.
Duyup işittiğin: vardır canında,
Bütün duydukların: senin kanında;
Anlaşılmaz hayat, sende yaşıyor,
Seyredebilirsen, hep irfânında.
Vücûdun doludur, nice bin mâden…
Ayrı ayrı canlar, hepisi der: ben!
Herbirinin gözü, kulağı vardır,
Dilinden bilinğ mi, birisinin sen?
Bu insanın aklı, nekadar âciz…
Kendisini bilmez, her dâim der: biz!
Bu (İsmâil Emre), yanıp kül oldu,
Her zerresi yaptı, o âleme iz.
Zapteden: Selim Akgül
Saat: 8.15 – 8.42
10.4.1954