Gelip geçtiğimiz, devrânımızdır,
Gittiğimiz yolu, seyrânımızdır;
Huyumuz (Haydar)dır, yüzümüz (Alî);
Bu sırrı bilenler, hayrânımızdır.
Mekânımız: (Gönül), toprak değildir,
Her kalb Beytullahtır, bucak değildir;
Bu sır, bizden bize; bilmiyen bilmez,
Zaman, mekân yoktur, uzak değildir.
Dâimâ bâkîdir, (Vakt-ı Saâdet),
Hem dahî Ehl-i Beyt, hem de Muhammed
Yıkılıp gider mi, (Allahın Evi)?
Bilenler, alıyor, dâimâ himmet.
Eksik bırakmamış, (Oniki İmam),
Bütün noksanları, eylemiş tamam;
Kalblerin içinde, yaşayıp durur,
Âşikâr eylesek, bozulur nizam.
Nice kuvvet, kudret, hem dahî Ahmed;
Birikip cem’olmuş bilinmez ümmet;
Tevhîd-i ilâhî, (İrfâniyyet)tir,
Bunların nûrudur, bütün: (Muhabbet).
Cevlân edip gezer, bizlerden bizi,
Tâkîb-eden, bulur, gözlerden, izi;
Cihan bir damladır, düşer içine;
Kimi kabûl etmez (Mânâ Denizi)…
Elhamdü lillâhi Rabbil’âlemîn!)
Durmaz dâvet eder, herkesi bu Dîn;
Mürebbî olmadan, hangi yol açık?
Onları bilip de, almalı izin.
Onların sözüdür, bize essalâ;
Onların gözüdür, çağıran Mevlâ;
Bi çok felekkiyyat, emirleridir,
İtâat ediyor, yer ile bâlâ.
Onların sözüdür ârife, hoca;
(Emre) hayat buldu, görüp bulunca;
Cümle dertlilere, ordandır şifâ,
Al, hâcet kalmasın, başka ilâca.
Dağıtıp dururlar, onlar her zaman,
Ne biter, tükenir; çok büyük harman;
Helâk olacaktı, bu fakîr (Emre),
Onlar etmeseydi, derdine derman.
Zapteden: Fuzûle Tezcan.
Ceyhan, Saat:9.45
26.5.1960