Boşa gitmez hiçbir emek,
Bin can değer, bakıp görmek;
Bülbül sadâsına benzer,
Âşıklara, (cefâ) demek.
Kandan alır gıdâsını,
Dosttan dinler sadâsını;
İki dünyâya değişmez
Sevdiğinin edâsını.
Böyle nasîbetmiş Rahman,
Çeker, alır ordan ihsan;
Muhabbetin lezzetini
Târîf eyleyemez lisan.
Anlaşılır bu, (hâl) ile;
Başka türlü gelmez dile;
Âşık, Mevlâ ile dosttur,
Hâcet var mı Cebrâile?
Hicâb olur ara yerde,
İster mi örtüyü dîde?
Canı canıma karıştı,
Kavuşur da demez: nerde?
Âşık bilir bu esrârı,
Dâimâ seyreder (Yâr)ı;
Sevdiğinde yok olanın,
Aklına gelir mi vârı?
Bu irfan, verildi bize,
Misâli benzer denize;
Nebîye hâcet kalmadı,
Karşı geldik biz gözgöze.
Kabûl oldu bütün dilek;
Kolay olmaz onu görmek;
Bu esrâra vâkıf olmaz
(Âdem)e eğilen melek.
Öğün, gel âşıklar! öğün:
Arzû olan, oldu bugün;
Karanlıklar, oldu ışık.
Bundan sonra hergün düğün.
Bilir bu deryâya dalan,
Bayram eder ârif olan;
İdrâk eder bindebiri,
Helâk olur geri kalan.
Uzak değil bize hicaz,
Biz gezerek kıldık namaz;
Herkese târîf eylersek,
Bilmeyen, eder îtiraz.
(Emre)! âşık oldun Ona,
Seyrân eyle kana kana;
Mansur âşikâr edince,
Belediler kanlı dona.
Şükret, sen oldun berâber;
Alıyorsun dâim haber;
Canı kurbân etmeyene,
Lâyık değil, eyle siper.
Zapteden: Fuzûle Tezcan,
Gaziantep – 11.8.956 Saat:19.45