Defteri, kalemi al,
Yine söylesin hayâl…
Gönül! varlığı bırak,
Aslındır, yokluğa dal.

Oradan çıkar cevher,
Senin âşıkın ister;
Nurdan dizilere (1) diz,
Boynuna taksın Dilber.

Sen süsle mercan ile
Her yanını can ile;
Oradan aldıkların
Ayrılmaz, insan ile.

Yine “yakut” öğüldü,
Bilen, mânâlı güldü;
Bülbülün yad ettiği,
Gönülde açan güldü.

Gül, ateş gibi yanar,
Çün (2) kendisinde aşk var;
Sözleri aşk söylüyor,
Bilmiyen, (Emre) sanar. (3)

Aşktan geliyor bu hâl,
Sana ettirir visal,
Bu halleri bilmiyen,
Bizlere eder muhal. (4)

Bize ettirmez keder,
Kendikendine eder;
Biz bu yolda yanarsak,
Canımız sana gider.

Seni buluruz üryan,
Varır görürüz ayan;
Ateşten geçmek lâzım,
Buna dayanmaz her can.

Evvel candan geçmeli,
Bu şerbetten içmeli;
Dostu seyretmek için
Dost eline göçmeli,

Orada lâzım karar,
Âşıklar seni arar;
(Emre), yok ol da yürü,
Varlık, âşıka zarar.


(1) “Dizi” iplik yerinde kullanılmıştır.
(2) Çün= çünkü.
(3) (Sanmak) fiilinin (geniş zaman = müzâri’) 4. şahsı Adana ağzında böyledir.
(4) Muhal etmek, Muhallanmak = bir şeyi tuhaf, garip bulmak, hoş görmemek, acayip bulmak. Adana’ya hâs bir tabirdir. Arapça “muhâl” kelimesinden gelmiş olması ihtimali düşünülebilir. 20.11.1944