Bize eylemezsen, Cânânım, imdat,

Erersek menzile, yol nerde kalır?
Bir yola uğradık, acep din midir?

Bize eylemezsen, Cânânım, imdat,
Hasret gelir, yakar, ederiz feryat;
(Sırat) dedikleri: saçıyın teli;
Kimse yürüyemez, âşıka o hat.

Saçlarını kaldır, kalmasın küfür;
(Bâdi Sabah) derler, nefesin, üfür;
Gözlerin (Mîzan)dır; yüreğin: topu;
Sende yok olmıyan, hiç nasıl görür…

Güneş gibi yüzün: gayet müdevver,
Kaldır, iki cihan, olsun münevver;
Seni görenlerin, sabrı kalır mı…
Her tadı unutur, hep seni över.

(Kaabe Kavseyn) derler: sendeki kaşlar;
Seni gören gözler, yanmağa başlar;
Aşkına düşenin, kalmaz karârı;
Hâlini bilmiyen, insafsız, taşlar.

(Birabbilfelakı): göz kapağındır,
(Cennet) dedikleri: gönül bağındır;
(Hacerül’esved)i, siyah gösteren,
– Hacılar seyretsin – o göz ağındır.

Eğer deprenirse, iki dudağın,
(Celâleddin) gibi, döner (Tûr Dağı)n; (1)
İki parça olur, ay ile güneş,
Topraktan semaya, kalksa parmağın.

Otuziki dişin: Hicaz kandili,
Arasında gizli, (Cibrîl)in dili;
Görenin gözyaşı, akıp taşırır
Seyhan’ı, Ceyhan’ı hem dahi Nîl’i.

Metheyledik; görmez, gözlerden mâzur,
Seyreyliyen seni, duruyor huzur;
(Emre) tasdik eder, Kur’an sözünü,
Candan duymıyanlar, etti, der, kusur.

Yanıp kül olmadan, kimse göremez,
Deriyi yüzdürüp, ona geremez;
Kul ile Tanrının, aralarına,
(Emre)! sen hiç korkma, kimse giremez.

(Behlûl) bir söz demiş, dilde dolaşır,
Mağribe, maşrıka, durmaz ulaşır;
Eğer sözün yüzü, âşikâr olsa,
Hangi göz görürse, derhâl kamaşır.

Kulaktan kulağa, dillerden dile,
Durmadan geziyor, ellerden ele;
İbret için denmiş, kimse anlamaz:
(Keçi ile koyun, ayrı çengele).

Öyle taksim etmiş, Hazreti İlâh:
Kimseden kimseye, naklolmaz günah;
(Emre)! çekilmiştir, her vâra hudut,
Sen kendi nefsini, uğraş, et ıslah.

Zapteden: Fuzûle Emre
Saat:11.40


(1) Mevlânâ Celâleddîni Rûmî. 30.1.1952