Bilmiyorum, düşmüşüm bir sevdaya,
Gönlüm ister atılmayı sahraya;
Bu hâl beni götürür mü Mevlâ’ya?..
Aşkın beni üryan eyledi Mevlâm!
Âşık ettin, sen dağıttın fikrimi,
Sen, ben oldun, acep ararım kimi?
Ben lâl iken bülbül ettin dilimi,
Aşkını ver, kabul olsun bu recam.
Senin aşkın ebedî etti diri,
Diri olan, hiç aşktan kalmaz geri;
Aşk getirir sen Mevlâmdan haberi,
Aşka uydum, o bana oldu imam.
Aşk götürdü beni o Beytullah’a,
Bu gönlümü ev eyledi Allaha,
Bedenimi “Kürsü” etti sen Şah’a…
Daha dersem, mutlak bozulur nizam.
Her gördükçe kavuşurum ihsana,
Ben severim Dostumu kana kana.
Ey Cânânım! her yerim benzer sana…
Görenlerin aşkına olmaz hitam.
Seni gören hiç aşkından doyamaz,
Daim ağlar, göz kanını yuyamaz, (1)
Kalbi taşlar, aşktan lezzet duyamaz,
Seni bilmez, kendine tutar makam. (2)
Ben yanayım, aşkından etme ayrı,
Aşka düşen bilir mi şerri, hayrı?..
Âşık olan, olmak ister mi Tanrı?
Sen Tanrısın, benden söylersin kelâm.
Söyler iken senin olur her varlık,
Bir noktada hiç olur mu aralık?..
Hiç güneşte görülür mü karanlık?
Ateş yanan gönülde olmaz akşam.
Dosta eren, “ilim” değil, “hâl” değil;
Bunu bilmek, sen Dost’a visâl değil;
Bu bir lezzet; zâhirdeki bal değil.
Evveli aşk, âhiri aşk vesselâm…
Âşık isen, sen bu cana ateş ver,
Hazreti Hak, âşıkına böyle der;
(Emre), sen yan, o Cânân’a çabuk er, (3)
Seni bekler daima Rabbül’enâm.
(1) Yumak = yıkamak; yuyamaz = yıkıyamaz.
(2) Seni bilmiyen. ancak, kendisine bir süs verir, kendini bir şey zanneder.
(3) Er = ulaş, yetiş. 23.10.1943