Kimse hâlimi bilmiyor,
Herbirisi bir söz diyor…
Dostum, sen aşkını verdin,
Ciğerimde yanıyor kor.
Bağrım durmadan yanıyor,
Dilim adını anıyor;
Bu hallerden kim ki bilir,
Acıyor, hem inanıyor.
Bilen bizden gayri değil,
Bu ateşten ayrı değil;
Ateş gömlek giymek lâzım,
Her adamın kârı değil;
Âşık olmalı bidayet, (1)
Sadık olmalı nihayet, (2)
Mâlûm: âlim, ilim gerek; (3)
Yan, öğren; Hak eder himmet.
Himmet olmaz yanmayınca,
Göz, kana boyanmayınca…
Hâli tebdil etmek lâzım,
Bir adam uslanmayınca.
Aşktır bu işlere kaadir,
Aşkı bilen gayet nadir;
Söz söylemek bilmez idim,
Yaktın beni ettin şair.
Yakınca düşürdün dara,
Ciğerime birçok yara;
Tâ ezelden vâdeyledim,
Canım feda olsun Yâr’a.
Aşk yaraya oldu cerrah,
Yarar iken çok ettim ah,
Yardı, yaktı, iyi etti;
Şimdi gönlüm oldu ferah.
Yürek lâzım dayanmaya,
Ateş de lâzım yanmaya…
Cerrahta merhamet olmaz,
Onun bağrı sanki kaya.
O cerrah: benim Dilberim,
Yararken olmaz haberim;
Gelir, beni yakar ise,
Beraber yanar kederim.
Ah Dilberim, senin aşkın,
Bu benim başımdan aşkın;
(Emre) seni seyredince,
Bu âlemde oldu şaşkın.
29.12.942
(1) Evvelâ, önce.
(2) Nihayet = sonderece.
(3) “Malûmdur ki ilim öğrenmek için evvelâ âlimin mevcudiyeti gerektir” denmek isteniyor.