Görünürse kaşlarının arası,
İyi olur yüreğimin yarası;
Her dillerden denir, kimse bilemez,
Vuslat edenlere mahsus orası.
Kendisinden geçer oraya varan,
Görür görmez, olur Sultan Süleyman;
O yaranın bulunmuyor cerrahı,
Görünüşü, âşık olana derman.
Hep sakiler ordan alır şarabı,
İçenlere kalkar Dostun nikabı;
O bir cami, göçüp hiç harabolmaz,
Dost eliyle yapılmıştır mihrabı.
Hep yapılan, yıkılır da o durur,
Her âşıklar varıp tutarlar huzur;
İki rikât, kim kılsa orda namaz,
Günahı affolur, hiç kalmaz kusur.
Varır varmaz, orda kirini yıkar,
Günah defterini orada yakar;
Dünya gibi cife denilmemiştir,
Alınmadık koku orada kokar.
Her ne kadar tarif etsek biter mi?
Medhetmeğe bütün lisan yeter mi?
Her köşede öter Zümrüdüanka,
Bülbül kuşu onun gibi öter mi?
Daim söyler, dinliyemez her kulak,
Acı gelir bilmiyene (enelhak!)…
Neyliyelim, yarasaya gelir hoş,
Işığı olmıyan yer ona berrak.
Karanlığa uçar onun kanadı,
Işık görse kaçar ağzının tadı;
Birçokları binbir isim söyledi,
Hiçbirisi değildir onun adı.
Her zerreden durmaz eder tecelli,
Bakanların perde olur emeli,
Eğer (Emre) tarif etse âşikâr,
Görmiyenler ya yalan! der, ya deli!
Âdetidir, gafilin görmez gözü,
Süt almağa, sağmak ister öküzü,
İlim, ilim! diye durmaz sayıklar,
Birbirine uymaz özüyle sözü.
Ağzından çıkanı kulağı duymaz,
Küfür eder durup kılarken namaz;
Anadan kör doğan, ne kadar baksa,
Âşikâre ayı, günü bulamaz.
Otururken her yanına yaksak mum,
Biz görelim, görmekten olmuş mahrum;
Görmiyenler daima eder inkâr,
Âşikârken her yerde Hayyülkayyum.
(Emre) bilir, hiç kimseyi görmez hor,
Ümmî amma, bu yazıyı çok okur;
Söyleyip dinlemek ne kadar kolay,
İçi dışa uydurması gayet zor.
18.3.950