Darda kalanlara sen misin penâh,
Elinden tutarsın, koymazsın günâh;
Kalb gözünü açıp dersin: Bana bak!
(Eynemâ tüvellû seme vechullah!)

Gülersen kaybolur şekille şimâl,
İkisi bir olur Cemâlle Celâl;
(Lâyüs’elsin) (ammâ), hem de (yef’alsin),
Senin yaptığına kim eder suâl…

Suçlu olanların settârı sensin,
Affı bekliyenin gaffârı sensin,
Bütün âlemleri sensin halk eden,
Sâhibisin, hem de muhtârı sensin.

Bir sıfâtın vardır: Sedîd-ül-ikaab,
Uçmak’da edersin, istersen, azâb;
Kapını bekleyip sığınan kula,
Günâhını alıp verirsin sevâb.

Yerli yerincedir nâr ile nûrun,
(Bilinmedik Işık), senin huzûrun;
Kendi kendine mi o Dağ, yapıldı?
Musâ-yı İmrân’a, Cebel-i Tûr’un?

(Kelâm) ile oldu ona, irşâdın;
İsâ, (Mesîh) oldu, yoktur feryâdın;
Muhammed Emîn’e sen nasîb ettin,
Emrettin, karıştı adiyle adın.

(Emre)! onun için ona ümmettir,
Kalbinden ettiği (dâim hizmet)tir;
Kahir ile lütfû sen nasîb ettin,
Şikâyeti yoktur; bilir: himmettir.

Zapteden: Suzan Köymen, Ayşe Emre
sa: 13:15


01.09.1967