Emre – Bir devre gelir ki ölüm yok. Fakat akıl bunu anlamaz, “Peki ölüm yok da babam, anam nereye gitti? diye sorar. Böyle bir sualin cevabı yoktur. Soranın anlayışına hâil olan şey, sorgusudur. Bu hâl, Mûsâ’nın Allah’a: “Seni göreyim!” demesine benzer. Allah da “Sen beni göremezsin!” diye cevap veriyor. Mûsâ’nın görgüsüne hâil olan şey, sorgusudur. Hâlbuki insanda herşey mevcuttur. Mûsâ da, Muhammed de. Onların isimleri ağzımızda söyleniyor. İyice murâbıt olsak, hâlleri tecellî edecek ama…

Avrupalılar ilim yolundan bize doğru geliyorlar. Bu hâlin ilerlemesine en çok mâni olan şey taassuptur. Avrupa milletleri atom devrini yaşarken biz, hocalar ve şeyhler yüzünden Âdem devresinde gibi ibtidâî bir hayat içindeyiz. Birçok yerlerde öküzle ziraat yapıyoruz. Zaman demir öküzler yaptı; biz bu demir öküzlerin yemini, yani makinelerin petrolünü temin edemiyoruz. Bize petrol göndermeseler öküzler toprağa saplanıp kalacaklar.

Bizi hep taassup geri koymuştur. Şeyhler, hocalar bizi sevâbla günâh arasına sıkıştırdılar. Ya sevâb kazanmak yahut da günâhtan kaçmak için çalıştık. Medeniyyet ve insanlık için çalışmadık; ileriyi görerek çalışamadık. Bir millet, böyle terakkî eder mi? Hâlbuki sevâb yapılan şeyin mânâsını anlamak, bir işi bilerek yapmak; günâhtan kaçmak da kötülüklerden temizlenmektir. “Sevâb” kelimesi, elbise mânâsına gelen “Sevb” kökünden geliyormuş. Demek ki sevâb, iyi hâlleri, elbise veya gömlek gibi üstümüze giymekmiş. Kur’ân’ı okuyup üflüyor, elimizi de yüzümüze sürüyoruz. Hâlbuki Kur’ân’dan anladığımız, öğrendiğimiz hâli ve ilmi elbise olarak üzerimize giymeliyız.

Kanunlar taassubu men ediyor. Bunu biz de tasvip ediyoruz ve bu kanaâtimizi de her yerde söylüyoruz. Bunun için mutaassıp kimseler bize “kâfir!” diyorlar.

Gazî’den çok güzel hâller tecellî etti. Allah bu lûtfu ona lâyık gördü; inkilâpları ona yaptırdı.

Yine de zamanla bu işler yoluna girer, her şey çok güzel olur; Yeter ki taassup serbest bırakılmasın, onunla mücadele edilsin.

Sual – Taassupla polis mücadele edemez, münevver din adamı mücadele edebilir. Din, tabii bir ihtiyaçtır; fakat bunu bize anlatamadılar. Münevver hocalar yetiştirebilseydik, softalar bu vaziyetten istifade edemezlerdi.

Hiç şüphe yok ki namaz iyi bir şeydir.

Emre – Evet namaz lâzımdır; aynı zamanda iyi bir spordur. Fakat asıl gâye, namazda okunan sûrelerin mânâsını anlamaktır.

Sual – Bence namaz spor değil, Allah’la beş vakit baş başa kalmaktır ve iç temizliğidir.

Emre – Evet, Allah da öyle söylüyor: “Namaz, fuhşiyyât’tan men eder!” diyor. Bu, namazın iç tarafı. Dış tarafı da bu beden için lâzım.

Sual – Konsere bile, hazırlıksız tesadüf etmişseniz, o gün konseri iyi dinleyemezsiniz. Abdest de namaza, yani Allah’ın huzûruna çıkmaya hazırlıktır. Hâlbuki namazda, hele “hac”ca giderken ne dalavereler düşünüyoruz…

Emre – Hac, Allah’ı ziyaret etmek değil mi? Onu ziyarete giden, dalavere yapabilir mi? Onu ziyaret eden, kötülük düşünebilir mi? Eğer biz bu insanlara bitişsek onlar bizim vücudumuzun birer parçası iseler, onlara nasıl fenalık yapabiliriz?

Sual – İçdeki “Mekke”yi ziyaret etmek zor olduğu için, herkes dış haccı yapıyor.

Emre – Onu gören göz, başka bir şey göremez. Baksanıza Yunus Emre:

“Oruç, namaz, gusul, hac hicâptır âşıklara”
“Âşık ondan münezzeh nâzü niyâz içinde”
diyor.

Aklında Allah’tan başka bir şey olmadığı için böyle söylüyor. Cimâ bilmiyor ki gusul icabetsin. Yunus öyle bir zevka düşmüş ki; cimâı ne yapsın… Eğer içinde fena bir ahlâk varsa, su bunu nasıl temizlesin? Yine Yunus:

“Su ne kadar arıda, cün yavuz, fi’lin senin?”

diyor. Mûsevîler de ölüleri, ağzından huni ile su dökerek temizliyor. İç temizliğini böyle zannediyorlar, ne yapsınlar…

Fakat insanlar ilim sayesinde din yolunda da şuurla, yürüyerek mânevîyyete doğru geliyorlar.

Sual – Ama taassub’un tecavüzüne uğramazlarsa. Münevverler bile taassubun ne olduğunu bilemiyorlar.

Emre – Hükümet haklıdır. Zaman gelecek, tasavvufun ve taassubun ne olduğunu Hükümet de anlayacak; o vakit bu hâli, yani tasavvufu teşvik edecek. Tasavvufu taassuptan tefrîk edemeyenler, dinle alâkadar olan, herkese “mürteci” diyorlar amma, mutasavvıflar mürteci değildirler. İrticâyla asıl onlar mücadele ediyorlar.

Sual – Bazı mürteciler de namaz kılmadıkları halde, yani farzı yapmadan, “sünnet-i şerîf”tir diye sakal bırakıyorlar.

Emre – Zamanında sünnetmiş amma, şimdi değil. Bizzat Hz. Muhammed: “Zamanın değişmesiyle ahkâm da değişir” dememiş miydi? Ahkâm değişir de sakal değişmez mi? Mânâsını anlamadan sadece taklit yoluyla yaptığımız birçok işlerin faydasından ziyade zararı vardır.

Adana – Halep – Mardin hattını bir zamanlar Fransızlar idare ederlerdi. Beni Halep’e kursa göndermişlerdi. Halep’e gelmişken, Nesîmî’nin kabrini de göreyim dedim. Birgün gittim. Nesîmî’nin derisini tavana asmışlar. Türbenin yanında bir câmi var. Abdest almak istedim; baktım, musluk filân yok. Oraya buraya bakınırken farkına vardım ki kolunu çemreleyen bir yere doğru gidiyor. Oraya ben de gittim. Derinliği yarım metre kadar bir havuz; havuzun sekisine oturmuş birisi, o suda elini ayağını, ağzını burnunu yıkıyor, suya sümkürüp tükürüyor. Yanındaki adam da aynı sudan abdest alıyor. Allah seni inandırsın hâlâ midem bulanır, aklıma geldikçe.

İşte bu da şeriatı yanlış anlayışımızın bir neticesi. Nasıl hastalanmıyorlar… O pisliğe alışıp muâfiyyet mi kazanıyorlar nedir… Yine de Allah yardım ediyor.

Her varlık tekâmül ediyor. Ağacın özü büyümeden dışı büyümez. Fakat dinin tekâmülünü gözle göremiyoruz. Lâkin işte tasavvuf mekteplere geçiyor. Avrupalılar bu ilmi takdir edecekler, bizden öğrenecekler; fakat ne yazık ki dönüp bize öğretecekler.

Sual – “Hallac-ı Mansûr”u meşhur Fransız âlimi Louis Massignon bütün dünyaya tanıttı. Şimdi Muhyiddîn-i Arabî’yi tetkik ediyorlar.

Emre – Hallaç’lar, Muhiddîn’ler ölü değil, diridirler, işte muhîtleşmeye, bizleri istilâ etmeye başladılar; çünkü taassup azaldı. Taassubun azalmasının sebebi de, menbaı, ocağı kapandı. 20-25 sene sonra hiç kalmaz.

Muhyiddîn’i boğan şey taassuptur. Fakat gören göz için Muhyiddîn ölmemiştir. Onlar Muhyiddîn’in yüzünden “fânîlik” perdesini kaldırmışlardır. Onlar için ölüm yoktur.

Sizler bu hâlin âlimisiniz. Bu millete çok faydanız olacak.

Mutasavvıflar tenbel değildirler. Çalışır, emeklerini alınlarının teriyle kazanırlar. İstemeyiz ki biz Avrupalılardan geri kalalım… Onların fen ve ilimdeki terakkîleri, icatları bizden zuhûr etse olmaz mıydı? Biz Avrupalılardan maddiyyâtta da geriyiz, maneviyyâtta da. Ama zaman gelecek, çok iyi olacağız. İlim hiçbir zaman inkâr edilemez. İlim, terakkî ettikçe tasavvufa, mânevîyyete dayanır.

Elimden gelse çocuğumu Avrupa’ya gönderirim. İlim öğrensin, insanlığa faydası dokunsun, ondan sonra tasavvufu öğrensin. Hiçbir nebat kabuksuz değildir.

İnsanın milliyetini, cinsiyetini de koruması lâzımdır. Milletimize düşmanlık edenleri, zamanında düşman görüp kendini müdafaa edeceksin. Fakat düşmanlık hâli bitince onu seveceksin. İnsanları ebedî bir diriliğe kavuşturacak olan bu hâli onlara da öğretmemiz lâzım. Tasavvuf ve Kur’ân, milletleri değil, bütün insanları çağırıyor.