23 Şubat 1953 | Sayı: 67

09 Mart 1953 | Sayı: 68
09 Şubat 1953 | Sayı: 66

Bu sayımızda okuyucularımıza enteresan bir “Arı Sohbeti” takdim ediyoruz. Arıların kovan içindeki hayatını ve bu hayatın esrârını anlatan bu sohbete (Küllü hâlin yezûl: Her hâl zevâle erer) sözü vesile olmuştu. Bay Emre bu söz üzerine şunları söyledi:

(Küllü hâlin yezûl) hâli ve inanışı öyle hoş bir şey ki… İnsanı ümitsizlikten kurtarır. Hakikaten her şey değişiyor. Lisanlar bile. Çünkü Küre dönüyor. Dönen, zevâle erer. Dönmeyen, sabit olan ve her dönene kumanda eden bir varlığa yapışan kurtulur. Bu hâlin de ne mektebi, ne de lisanı var. Mısrî Niyazî: (Kahru lûtfü şey’-i vâhit bilmeyen çekti azap-ol azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi) diyor. Ne hoş söylemiş… Kahır var ki lûtuftur; lûtuf var ki kahırdır. Kahrı ve lûtfu bir bilmedikçe, yani lûtuf gibi kahırdan da zevk almadıkça azâp bitmez. Kahrı, lûtfu tefrîk eden kimse “âlem-i fark”tadır; âlem-i fark’ta olan ise azâptadır. Hâlbuki ilâhî zevk, azâp bittikten sonra başlar. Doğuşun biri bu zevke nasıl dalınacağını tarif ediyordu. (Her gördüğün, bütün: Nakkaş) diye başlıyordu. Onu okuyalım, bakalım ne diyor:

Kitap I – Doğuş 129

Her gördüğün bütün Nakkaş,
Bildim deme, atarlar taş,
Kimse ile etme savaş,
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Dünyayı ko, Hakka yaklaş,
Geri kalma, çabuk ulaş,
Kâmil boyasına bulaş,
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Ağla, arkasında dolaş,
Dolsun gözün kan ile yaş;
Kaçsın diye o atar taş,
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Darılma sen, hiç çatma kaş,
Sabreyle, aklına sarmaş,
Sen ol koyunlardan yavaş,
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Uslu dur, öğretir hüner,
Öğrenenler Hakka döner,
Nefsinin üstüne biner…
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Mazlûmlara eder rahmet,
Kur’an’da söylemiş Ahmed,
Âşıkta olmaz cehalet,
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Eğer sende varsa îman,
Hak sözüdür sözüm, inan,
İnsan dilidir tercüman…
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Kur’anda hiç olmaz hatâ,
Âşıklar o yolu tuta;
Bu aşk hiç gelmez kıymata. (1)
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Âşık bildi, zevka daldı,
Dalmışlardan ibret aldı,
Bu bir bilinmedik faldı…
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

Kim ki anladı bu falı,
Affolundu her vebâlı, (2)
(Emre), bilen, yer bu balı…
Zevka dalmak ister isen,
Rahat kalmak ister isen.

30.10.1942
(1) “Kıymeti”nin halk ağzıyla söylenişi.
(2) “Vebali”nin halk ağzı ile söylenişi.

Emre – Sonu balmış demek… Yeter ki sabredelim. Balı arı yapar amma, arının iğnesi ve zehiri de var. Ona tahammül etmek lâzım, iğnesine dayanırsan, o zehir de şifa olur. Tıb ilmindeki iğneyi, enjeksiyonu arı ilham etmiştir. Arı sokmasının romatizmaya, sızıya faydası vardır. Arı çok asabî bir hayvandır. Hem de ilk hücumu insanın gözünedir. Arılardan biri kızıp sesi “vızz” diye değişti mi, öbür arılar da hücum ederler. Amma seversen, sokmazlar. Bal arısının iğnesi olta gibidir; sokunca çıkaramaz. Yavaş çekse çıkarır amma, öfkeli ve asabî olduğu için yavaş çekmek elinden gelmez. Birdenbire çekince de, iğnesi kopar, soktuğu yerde kalır. Arı karnındaki boğum körüklerden nefes alır. Bütün boğumlu, halkalı hayvanlar ciğersizdir. Bunlar yumurta ile çoğalırlar, doğurmazlar. Kulakları, burunları yoktur. Bu vazifeleri antenleri görür. Gözleriyle konuşurlar. Konuşmaları seyretmelerinin, bakışlarının içindedir. Arı beyi, diğer arılara vazifelerini gözleriyle verir. Bey, dişi’dir. Bal yapan arılar hünsâdır; yani ne erkek ne de dişidirler. Onlar lezzeti ve zevki bal yapmaktan alırlar. Kovan oğul verince içlerinde dört beş tane bey vardır. Kırk elli kadar da erkek arı olmuştur. Arılar kovana sığmayınca, evvela dişinin biri delikten dışarı çıkar. Çıkar çıkmaz havadan ve ziyâdan, güzel bir renk alır. Petekteki arılar buna âşıktırlar. Onlar da onun peşinden çıkarlar. Dişi bir yere konar. Öbür arılar onu görebilmek için birbirlerinin üzerine birikirler. Görüp doyan dışarı çıkar. Tıpkı hacıların Hacer-ül’esved’i ziyaret ettikleri gibi.

Oğul devresinde arılar sadece dişiyi, yani beyi görmek sevdasındadırlar. İzdivâc ve çoğalma idrâkleri yoktur. O “oğul” insan eliyle bir kovana alınınca veya kendi kendine bir kovuğa girince kovan hayatları başlar. Bey, arılara petek yapma kabiliyyetini gözleriyle verir. Bir taraftan petek yaparlar, bir taraftan beye gıdâ getirirler. Kovanın kapısında bekçileri vardır, tehlikeyi kanadının vızırtısıyla mükemmelen haber verir. Bey tehlikeyi anlayınca arılara hücum emrini yine gözleriyle verir.

Bunlar bal mal yerken, vücutlarında izdivâc idrâki zuhûr eder. Evvelâ beyler birbirlerine düşerler. Dışarı ilk çıkan bey, hepsinden kuvvetlidir. O, diğer üç beyi öldürür. Amele arılar da ona yardım eder, diğer beyleri öldürürler.

Kovandaki 40 -50 kadar erkek arıya (horadan) derler. Bunlar çok tembeldirler. Hünsâ arıların yaptıkları balı durmadan yerler. Beyi, yani dişi arıyı gördükçe bunlara bir iştah gelir; bu yüzden birbirlerini öldürmeye başlarlar. Amele, yani hünsâ arılar da erkekleri öldürme işine karışırlar. Bir taraftan da öldürdüklerini dışarı atarlar. Bir dişiye bir erkek kalınca kavga biter, kovan sükûnet bulur. Dişinin emriyle de bal yapılmasına devam olunmaktadır. Bir aralık bunlarda izdivâc idrâki ve iştahı zuhûr eder, çiftleşmeye başlarlar. Erkek, dişiden iridir. Çiftleşip yumurtasını beye vere vere, vücudunda kuvvet kalmaz, eli ayağı kımıldamaz bir hâle gelir. Hünsâ arılar: “Bu hastadır; bunda kovan için muhatara, tehlike var” diye onu da öldürür, dışarıya atarlar. Dişi, tek başına kovanın hâkimi ve kumandanı olarak kalır. Yapılan petekleri kontrol eder; arıların kimisine “sen su getir.” Kimisine “sen petek, sen bal yap, sen de çiçek getir.” Diye gözleriyle içten emirler verir. Derken, bir devre gelir, karnındaki tohumlar yetişir. Petekleri gezip kontrol ederken, haberi olmadan her göze bir yumurta bırakır. Gözü, peteğin bir deliğine bakarken, kıçı öbür deliğe “tırp!” diye bir tane yumurta düşürür. Böylece, peteklerin bütün gözlerini dolaşır. Hamile bir kadın hamlini vaz’ederken nasıl yüreği yanar, su isterse, dişi de her göze bir yumurta düşürmede amele arılara su getirme emri verir. Bütün arılar su getirirler. Yumurta ölü ise hafiftir, suyun yüzüne çıkar. Sağlamsa dipte kalır. Her yumurtanın bir iğnesi vardır. İğne peteğe batar; gıdâ, yumurtaya bu iğne vasıtasıyla geçer. Yumurtanın burun kısmı suyun dışında kalır; çünkü nefes alacaktır. Yumurta petekten gıdâ alarak büyür, bembeyaz bir kurd olur. Ziyâyı görünce burnu kararır. Burnu kararır kararmaz hayat başlar. Çırpınır, çırpınır, petekten kurtulur, arı olur. Çıktığı petek simsiyah kalır; çünkü yavru kurt, onun bütün gıdâsını emerek almıştır. Petek, ana rahmindeki çocuğun gıda aldığı “eş”e benzer.

“Arı sırrı, Ali sırrı” derler. Arılar yaptıkları işi kimselere göstermezler. Bu tarif ettiğimiz de Ali sırrıdır. Bu hâli anlatan bir doğuş vardı. Kitap I – Doğuş – 559:

“Şefiülmüznibîn” budur,
Baksa, bu aşk eder zuhur;
Gönüle girmek isterse,
Evvel, varır, bir ateş kor.

Razı isen sen teslim ol,
Eğer arı verse oğul,
Koğana ateş verirler,
O arıya söylerler: dol!

Yakarlar ki olsun temiz,
Güvelerden kalmasın iz;
Çok şükür ki idrâk ettik,
O ateşe razıyız biz.

Arı girer, kurar mekân,
Bal yapar orda her zaman;
Koğana ateş konmazsa,
Hiç bal yapmak olmaz imkân.

Güve olsa, eder helâk,
Ateş yanmazsa olmaz pâk;
Eğer koğan pâk olmazsa,
Giren arı olur helâk.

Seyredin arı hâline,
Nasıl meşguldür balına…
Bu (Emre) çok şükür eder:
Hak rahmet eder kuluna.