Bu dünyaya eyle, ey canım, nazar:

Ninni deyim de, sen, bebeğim, uyu! (1)
(Hâl) gelir, (Emre)yi, eder istîlâ,

Bu dünyaya eyle, ey canım, nazar:
Hayat ile dolu; sonu da mezar;
Herkes bir hevese, düşmüş, geziyor,
Gözünü açanlar, eder intizar. (1)

Diri hangisidir, ölü hangisi?
Diken hangisidir, gülü hangisi?
Damlası, çeşitli elvan gösterir,
Katra hangisidir, gölü hangisi?

Deryadan ayrılıp, durmaz gezerler,
Toprağa karışıp, hayat özerler; (2)
Denizler, durmadan, dalgalanıyor
Kendi içlerinde, daim yüzerler.

Bu hâl gözönünde; gine bilinmez,
Ferhad dağı gibi, zordur, delinmez;
Bakan, gören kendi; gayrisi yoktur,
İdrâk eylemeden, gamdır, gülünmez.

Bütün milletleri, etmiş istilâ,
Kendinden kendine, diyor: esselâ!
Diyenden, duyandan, ayrı değildir,
Sonu ile önü, böyledir hâlâ.

Hepisi bir vücut; değildir ayrı,
Toprağa bakılsa: var mıdır gayrı?
Önü ile ardı, yokluk değil mi?
Cümlesini muhît, değil mi Tanrı?

Dillerden söyliyen, gözlerden gören,
Bu kitabı açıp, bir dahi düren,
Söyliyen kendidir, dinliyen kendi,
İşiten kulağa, durmaz der: öğren!

(Kitâb-ı kâinat): âşık sıfâtı,
Severek okuyan, bilmez vefâtı;
(Emre) okuyunca, tebdîl eyledi
Aşka, muhabbete; bilmez afatı.

Zapteden : Fuzûle Emre
Saat: 9.30


(1) Hakikatı anlıyan, ölümden korkmaz, onu bekler. (Sâdıksanız, ölümü temennî ediniz – Bakara, 94) .
(2) Özemek = Su ile toprağı birbirine karıştırıp çamur hâline getirmek. 18.12.1952