25 Ağustos 1952 | Sayı: 54

08 Eylül 1952 | Sayı: 55
11 Ağustos 1952 | Sayı: 53

Emre’nin sohbetleri, yani konuşmaları, ya sorulan bir sual üzerine veya herhangi bir hâdise vesilesiyle olmaktadır. Yine bir gün ona şöyle bir sual sorulmuştu:

– Kur’an’da (Kul küllün min indillah) diye bir âyet var manası: “Her şey Allah’tan” demektir. Şu halde bizim, yaptığımız fena fiillerden dolayı mes’ul olmamaklığımız lâzımdır. Ne dersiniz?

Bay Emre ile suali soran zat arasında şu konuşma oldu:

– Âyeti tam olarak, eksiksiz tercüme eder misiniz?

– “De ki: Hepsi Allah’tandır.”

– Bu hitap kime? 

– Peygambere.

Demek ki bizler değil, ancak Hz. Muhammed “Her şey Allah’tan”
diyebilirmiş.

Âyeti böyle anladıktan sonra, bu mesele üzerinde biraz duralım;
çünkü bu bahis hakikaten mühimdir. Bu büyük meseleyi aklımızın küçük ölçüsü ile anlamağa kalkışırsak yanlış yollara saparız. Hz. Muhammed’den fena fiil zuhûr eder miydi?

– Hayır.

– Yani Hz. Muhammed nefsini tamamen temizlemişti; öyle değil mi?

– Evet.

– Şu halde ancak nefsini tamamıyla temizleyen bir insan, “Her şey Allah’tan “ diyebilirmiş. Böyle olan insanlar, irâdelerini Allah’a teslim etmişlerdir. İrâdesini Allah’a teslim eden bir kimsenin yapacağı bütün işler Allah irâdesi ile olacağı için, (Kul küllün min indillah) âyeti böyle kimselere hitaptır. Ancak böyle kimseler için harâm, helâl kalmaz. Yani, harâm olan fiilleri yapmadıkları için, unuttukları için harâm yoktur. Hiç harâm fiil olmaz olur mu? Nefislerini temizleyip irâdelerini Allah’a teslim edenler, Allah’ın yaptığı gibi yaparlar. Allah’ın dediği gibi yaparlar. Allah’a teslim olan insanlar için (niçin?) suali kalmaz. Her şey bir sebep ve hikmet dolayısıyla olup duruyor. Yapan, yaptığını, sebebinin ve hikmetinin üstüne kuruyor. (Niçin?) anlamayan aklın suali ve haddini bilmez nefsin dilidir.

Hz. Muhammed’in ahlâk seviyesine gelmemiş olanlar için “her şey Allah’tan” olamaz, onların yaptıkları iyilik Allah’tan, fenalık ise nefislerindendir. Her şeyin Allah’tan olabilmesi için Allah’la beraber olmamız, yani onda fânî olmamız lâzımdır. Hâlbuki bizler ondan ayrıyız. Ayrı olmasak, Kur’ân ile bizi kendine çağırır mıydı? (Siz bir karış gelin, ben bir arşın geleyim) diyor. Onun irâdesine “İrâde-i külliye”, bizim irademize “İrâde-i cüz’iyye” diyorlar. Mademki irâdemiz var, onu kullanmak mecburiyetindeyiz. İrâde-i cüz’iyye, ahlâkı temizlemeye mahsustur. Şeriat hamamında yıkanıp temizlenmeden (her şey Allah’tan) diyenlerin yolu iblisiyettir. Bazı kimseler (nefsinde ara) derler. Evet nefsinde ara ama, Allah’ı değil, suçu, kabahati ara. Çöplükte ne aranır? Mücevher mi, süprüntü mü? Elbette süprüntü. Allah nefiste aranmaz. Akıl onu bilemez. Akıl ne tasavvur ediyorsa, Allah ondan başkadır. Çünkü akıl, gözle görür kulakla duyar; yani dışla görür. Dış da ancak dışı görür, Allah’ın hakikatini görüp bilemez. Akıl, Allah’tan ayrı olduğu için ona isim veriyor, onu isimle çağırıyor. İsmail, İsmail’i “İsmail” diye çağırır mı? Ona (küll) diyen, ondan ayrıdır ve onun cüz’üdür. Vücut, varlık kaybolmadıkça, onda fânî olmadıkça tad anlaşılmaz. Herhangi bir meyvenin tadı, o meyve yenmeden alınabilir mi? Biz zavallı cüzlerin de küll’le karışabilmemiz için yok olmamız lâzımdır. Yok olmak da aczimizi bilmekle olur. Acz de ancak nefsiyle mücadele eden insanların bilebileceği bir şeydir. Nefsin ne kadar zalim ve kuvvetli olduğunu görerek aczini anlayan insan, ondan korunmak için sığınacak bir yer yani bir kimse arar ki o da (Rab) dır. Bunu anlatmak için (Men arefe nefsehû fekat arefe Rabbehû) demişlerdir.

İşte biz de aczimizi tam mânâsıyla bilip Allah’ta yok olduysak, o vakit (her şey Allah’tan) diyebiliriz. Allah’ta fânî olmadan böyle söylüyorsak, sözümüz özümüze uymamış olur ve eninde sonunda nefis bizi aldatabilir; çünkü bizden kuvvetli ve tecrübelidir. Biz haydi haydi elli-altmış yaşında olalım; O Âdemden beri yaşıyor; elbette bizden kuvvetli, bizden hilekârdır.